12 Haziran 2018 Salı

GELECEĞİ ÇALINAN ÇOCUKLAR. ZEKA VE OKUL İLİŞKİSİ.


Size yakın zamanda değerlendirdiğim bir danışandan bahsetmek istiyorum. ( Ailenin izniyle, isim kullanmadan, toplumsal fayda amacıyla. )


İki sene önce 3.sınıfta okul/akademik güçlük yaşama nedeniyle aile bir hastaneden çocuk psikiyatrisi servisinden randevu almış, randevu sonucu değerlendirme test uygulaması istenmiş ve test sonucuna göre dikkat eksikliği sonucu ile ilaç tedavisine başlanmış. Ve başka bir destek açıklamasına gerek olmadığı düşünülmüş ki ekstra bir öneriye ihtiyaç duyulmamış.

( Not: Yazının bu kısmından sonra rakamları kullanacağım, insanlar zeka derken, bilgi edinim derken ne anlatıyorum net görsünler. )


Aile dikkat eksikliği ile yol alabilmek için 40 seanslık Berard Metodu ile bir sürece başlamışlar ve yüklü miktarda para ödemişler fakat herhangi bir geri dönüş alamamışlar.  Okul/Akademik anlamda bir süreç ilerleyememiş. ( Kurum ismini öğrenmek istemedim ama sıkıntı şu, aileye bunun sonunda sürecin garanti şekilde çözüleceği söylenmiş ve aile buna inanmış. Bu yöntem hakkında uygulama tecrübem yok, diğer çocuklarda nasıl geri dönüş sağlamakta bilmiyorum. ) Bunun yanında okulda etütler alındığından ama yine bir gelişme olmadığından bahsedildi.

Çocuk bu şekilde hayatına devam etmiş ve 5.sınıfa geldiğinde öğrenme alanında yaşanan güçlük daha da artarak devam etmiş, çocuk iyiden iyiye bocalamaya başlamış, düzey olarak arkadaşlarından uzaklaştığını hissettikçe kaygı düzeyi artmış ve akademik edinme gerçekleşmeme durumu ilerleyerek devam etmiş.

Aile bu nedenlerle Mentis’e başvurdu. 6.sınıfta bu süreç artık çocuğu iyice zorlayacak düşüncesi anne ve baba için de zorlayıcı bir konu olmuş. 3.sınıfta uygulanmış olan teste baktım ve çocuğun 84 zeka puanı aldığını ( Düşük Normal-Desteklenmesi Gereken ) gördüm. Teste göre çocuğun; kelime dağarcığı, analiz etme yeteneği, genel bilgi kapasitesi, problem çözme becerisi gibi önemli alanlarda eksikleri vardı. Hepsinden düşük değerler almış ya da düşük değerin sınırlarında gezmiş. Yani çocuğun okul deneyimi ile elde edeceği bilgileri elde edemediği, kelime dağarcığının zayıf olduğu, evde ve okulda kitap ile temas kurmadığı, problem anlama ve çözme becerilerinin yetersiz olduğu görülmekte. 

Özetle;

Bireysel olarak çocukla bir eğitimcinin bu konuları çalışması gerektiği, çalışılmazsa zaman içinde bu sorunların daha da büyüyeceği çok açık olarak görülmekte. Bunu aileye anlattığımda son iki senenin aynen böyle geçtiği, çocuğun okul konusunda daha da uzaklaştığını dinledim.

Yani, dikkat eksikliğinin yanında iki sene önce çocuğun bu bilgi edinememe probleminin de çalışılması gereken bir alan olduğu ama bunun atlandığı görülmüştür.

Ve testi yenilemeye karar verdim. Uygulamayı yaptım ve aradan geçen iki sene sonucunda çocuğun zeka puanı 76’ya düşmüş ( sınır zeka düzeyi ) olarak karşımıza çıktı. Çocuğun okuldan uzaklaşması iyiden iyiye gerçekleşmiş ve bilgi edinememe olayı artık iyice zeka sorunu olmaya doğru ilerlemeye başlamıştır.

Son olarak;

Biz hemen bireysel destek eğitimine başlamaya karar verdik. Öğretmen arkadaşımıza durumu anlattım, çocuğumuzun düzeyi belirlenerek süreci başlattık. Şöyle ki; çocuk bedenen 6.sınıfa geçmiş durumda ama zihnen hangi yaş düzeyinde ise oradan başlandı ve edinemediği alanlarla ilgili program dahilinde süreç başladı. Eğer bu sistemle gidilmezse bu çocuk iki, üç sene sonra 65-70 zeka puanı bandına geriler ve olay zihinsel yetersizlik olarak adlandırılır ve rapor çıkarılarak kaynaştırma öğrencisi olarak okul hayatına devam eder. İşte bu yüzden bu tarz sorunların çözüm noktası okul etüt saati, dershane değildir. Çünkü çocuk zaten zihnen o düzeyde değildir, düzeyinde olmayan şeyler ısrarla devam ettirilerek, hadi anla artık denmekte ama çocuğun zaten bunu başaramadığı için sorun yaşadığı unutulmakta.

Sürekli bahsettiğim, çocuk keşfi, çocuğun tanınması, zekanın önemi aslında bu örnekte yaşanan sorunları sürekli görmemle alakalı. O kadar çok geleceği çalınan çocuk var ki, buna artık izin vermememiz gerekiyor. 20 milyon öğrencinin olduğu bir ülkede bu şekilde kaybolan ne kadar çocuk vardır siz düşünün isterim.


Psk.Cihan Çelik

7 Ağustos 2017 Pazartesi

ÇOCUĞUM KENDİNE VURUYOR! NE YAPMALIYIM?

Çocuğunuz bilerek kendine vuruyor, zarar veriyorsa endişelenmekte haklısınız. İlk önce kendine zarar verme davranışının ardında ne olabilir sorusunu kendinize sormakla sürece başlayın.Vurma davranışını gözlemleyerek öncesini ve sonrasını not alın.

Uykusuzluk, açlık veya herhangi bir temel gereksinimi karşılanmayan çocuk kendine vurma, saldırganlık davranışları gösterebilir. Çocuk bu davranışları çevresinde görüyor olabilir, çok ama çok kontrollü bir evde yetişiyor olabilir.ya da hiç kontrol olmayan, belirsizliğin hakim olduğu bir evde yetişiyor olabilir.

Kısaca, bu davranışı çocuklar bir sebebe bağlı olarak gerçekleştirirler. Anne ve Baba kendilerini suçlamadan, sakin kalarak öncelikle dediğim gibi gözlem yapacaklar bu davranışla ilgili.

Ebeveynler bu durum karşısında ne yapmalıdırlar?
Öncelikle bu davranış görmezden gelinerek başlangıç yapılabilir, bu sadece bir, iki kere görülen davranış olabilir. Fakat sürmeye devam ettiğinde çocuğumuz 1-2 yaşında dahi olsa onunla konuşulmalı. Bu davranışın uygun olmadığı çok dolambaçlı yollarla değil, kısa ve net cümlelerle ifade edilmeli. Korkutucu kelimeler kullanılmadan doğru bir davranış olmadığı söylenmeli çocuğa.
Örneğin, kendine vurulmaz, vurmak doğru bir şey değil, kendine zarar vermeni istemiyorum gibi kısa ve net konuşma yeterli olacaktır. Çocuğunuzun yaşı 4-5 ise daha ayrıntılı ve uzun konuşmalar yapabilirsiniz.

Çocuğunuzu sürekli engellemeyin, engellenen çocuk kaygı yaşar ve kendini de ifade edemiyorsa, konuşmaya başlamadıysa vurma davranışı gösterir. Çocuğunuzu anlamaya çalışın, ağlama yeter demek yerine onu dinleyin. Karnı acıkmış olabilir, çok terlemiş olabilir, yattığı yerde rahat etmiyor olabilir. Çocuğunuza sürekli hayır demek yerine farklı iletişim kurun. ''Hayır oyun oynayamayız şimdi, görmüyor musun işim var benim'' tepkisi yerine ''Şu anda bitirmem gereken bir işim var, bitirip oyuna başlayacağım seninle'' gibi.

Vurma davranışı anında, vurma, dur, yapma, yeter yerine, hadi gel legolarınla oynayalım, hadi birlikte şarkı söyleyelim, hadi gel en sevdiğin kitabın resimlerine bakalım şeklinde yaklaşın. O anda davranışı sürekli söylemlerle pekiştirmek yerine o andan uzaklaştırmayı deneyin.

İyi gözlem yaptıysanız vurma davranışını göstereceğini hissettiğiniz an o durumdan uzaklaştırın. Vurmasını beklemeyin.

Ve son olarak şunu ekleyerek bitireyim;

2 Yaş sendromu ( Terrible Two ) - 14 aydan itibaren başlayabilir- olarak adlandırdığımız dönem çocuklarında kendine vurma, kafasını bir yerlere vurma, kendini yere atarak tepki verme halleri görülmektedir. Bu davranışların bu döneme özgü olduğunu unutmadan, geçici bir süreç yaşadığınızı aklınızda tutarak, sabırla hareket etmeniz gerekmektedir. Çocuğunuzun ısrarla üstüne giderek iletişim kurmak yerine, onunla konuşarak iletişim kurmanız  daha sağlıklı olacaktır. Yukarıda belirttiğim gibi yönergelerle ve ''Bu şekilde davranmanın bir işe yaramıyor, sorun çözmüyor, gel birlikte konuşalım ya da birlikte ne olduğuna bakalım'' şeklinde konuşarak çocuğunuza yaklaşın. Çocuğunuz kendisine vurmanın, ağlamanın herhangi bir kazanca sebep olmadığını anlayınca - annenin kucağına alması, babanın arabaya bindirip gezdirmesi, televizyon açılması - bir süre sonra bu davranışı tekrar etmemeye başlayacaktır.

Elbette bu yazılanlar iki dakikada gerçekleşmeyecek sevgili anne, babalar. Karşımızda bir yetişkin yok. Çocuk yetiştirmek demek, her dönemde ortaya çıkan yeni davranışlarla birlikte çocuğumuzla bizim de büyümemiz demek. O davranışı yok sayma ihtimalimiz olmadığına göre ve süreç içinde yetişkin olan biz olduğumuza göre rehberlik görevini anne-baba olarak üstleneceğiz. Kimi çocuk üç, dört gün bu şekilde davranıldığında vurma, ağlama davranışını artık bir daha tekrarlamayacakken, kimi çocuk on gün, on beş günlük süreç yönetimi sonucunda kendine vurma davranışını söndürecektir. Önemli nokta, anne, babanın net, sakin ve istikrarlı olmalarıdır.

Ama bu davranışların ortaya çıkmaması için ya da çocuğunuzla daha sağlıklı ilişki oluşturmanız için kesinlikle sizlere tavsiyem; sürekli oyun halinde olun. Çocuğunuzla temas kurun, birlikte hayatı yaşayın. Çoğu sorunun temelinde yeterilince doyurulmayan çocuğun benimle ilgilenin mesajı olduğunu görmekteyim. Bu mesajı vermesine gerek kalmadan siz çocuğunuzla vakit geçirin.

Tüm anne ve babalara kolaylıklar dilerim.

Psikolog Cihan Çelik



29 Haziran 2017 Perşembe

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM NEDEN ÖNEMLİDİR? KAÇ YAŞINDA BAŞLAMALIDIR?


Son dönemde sıkça tartışılan konulardan biri, çocuklar ne zaman anaokulu, kreş’e başlamalı? Bu konuda her uzmanın farklı görüşünün olması ailelerin aklını karıştırmaktadır.

Bence ilk doğum anından itibaren çocuğun annesi ile elinden geldiğince birlikte vakit geçirmesi sağlıklı olacaktır. Bunun süresini etkileyen çok etken var günümüzde. Ekonomik şartlar maalesef en etkin olanı. Bu yüzden çocuk anne ile iki yıl geçirmeli, üç yıl geçirmeli, hatta dört yıl birlikte evde vakit geçirmeli genellemesine girmeyeceğim. Bunun günümüzde acımasızlık olduğunu düşünmekteyim. Hangi anne çocuğu ile vakit geçirmek istemez? Neden bu vicdani eziyet çalışması?
Kültürden kültüre değişiklikleri unutuyoruz. 

Geçen dönem 4.5 yaşında olup, kayıt döneminde, ‘oğlunuz ne kadar süredir okula gidiyor?’’ sorusuna annenin ‘’3 senedir okula gidiyor’’ cevabı ile şaşkınlık yaşamıştım. Amerika’dan gelmişti aile ve 1.5 yaşında iken çocuğunu kreşe başlatmıştı. Burada bu mevzu belki de anneliği sorgulamaya kadar giden sürecin başlangıcı olabilirdi. O yüzden ben anneliği sorgulamadan, neyin daha sağlıklı olabileceğini, her aileyi biricik ve tek kabul ederek yorumlamaya karar verdim.

A ailesinin değişkenleri ile B ailesinin değişkenleri arasında dağlar kadar fark olacağından, genellemeler ve keskin yorumlamalardan kaçınmaktayım bir süredir. Bunun herhangi bir fayda sağladığını da görmedim.

Bu değişkenlikleri göz ardı etmeden okul öncesi eğitim yaşının aileden aileye değişkenlik gösterebileceğini unutmadan, eğer imkanlar uygunsa 24 aylıktan sonra başlanabileceğini düşünmekteyim. 36 ay’dan sonra ise çocuğun kesinlikle başlayabileceğini düşünmekteyim.
Çocuk artık bağımsız şekilde hayatına devam edebilen, iletişimi kuvvetli, arkadaşlarıyla temas kurabilen, birey olarak var olan bir kişi olmuştur. Bu kişi artık belirli saatleri rahatça ve mutlu olacak şekilde Anaokulu’nda geçirebilecektir. Burada da elbette zorlanan çocuklar olacaktır ki o zaman kişisel danışmanlık devreye girerek sorun çözülecektir.

Erken çocukluk eğitimi, sonunda bütün hayat boyu yolculuğun temelini oluşturacak dönemdir. Verimli geçirilmesi sonucunda yolculuk çok daha sağlıklı ilerleyecektir.
Şimdi uzun yıllar Anaokulu Öğretmenliği yapmış Vicki Palmer’in, -yaklaşık 35 yıl- bir eğitimcinin, okul öncesi eğitimin 12 önemli yararı yazısını okuyalım.

1.Toplumsallaşma:

Çocuğun ailesi dışındaki insanlarla güvenli bir çevrede sosyalleşme becerisinin gelişmesi. Anne-babalar olarak, çocuklarımızı diğer çocuklar iletişime geçmelerini ve kendi dostluk grupları oluşturmalarının önemini bu dönemde anlıyoruz.
Çocuklarımıza utangaçlığın üstesinden gelmek ve özgüven kazanmak için yardımcı olan bu işlemi ne kadar yoğun yaparsak o kadar iyi olacaktır. Bunu önemsememek demek aslında sosyal gelişimlerini önemsememek demektir.

2. İşbirliği Kavramı:

Çocuğun kalbine en çok sahip çıkan profesyonellerin rehberliğinde, nasıl paylaşılacağını, nasıl işbirliği yapacağını, değiş tokuş yapmanın ne olduğunu ve emniyetli bir öğrenme ortamında ikna etme becerilerinin öğrenildiği dönemdir okul öncesi eğitim dönemi.
Kendi evinde kardeşiyle evde paylaşımda bulunmayan özellikle ilk çocuk için önemlidir bu beceri gelişimi. Zor bir aşama olacaktır ama ne kadar erken öğrenirse o kadar güzel olacaktır.

3.Bütüncül Gelişmeyi Teşvik:

Bir çocuğun duygusal, sosyal, fiziksel ve zihinsel gelişimi için onlara ömür boyu hazırlanacak güçlü bir temelin oluşturulduğu beceri aşamasıdır.
Erken çocukluk eğitimcileri, her bir çocuk için desteğin gerekli olduğu alanları belirleyerek, bu çocukların programlarını buna göre belirlerler ve etkinlikler ile desteklerler. Okul Öncesi çocuklar genellikle yardımcı, kooperatif ve kapsayıcı oldukları için, bu konulardaki gelişimleri oldukça önemlidir.

4. Hayat Boyu Öğrenme İçin Coşku:

Dersler, çocukları etkili öğrenciler olmaya teşvik edecek eğlenceli ve heyecan verici bir şekilde verilmelidir. Şevkle ve hevesle öğrenmeye susamaları gerekir. Eğitim sevgisi, okuma, öğrenme, keşfetme, doğayı tanıma okul öncesi eğitimde kökleşmektedir.

5.Eğitimin Değerini Deneyim Yoluyla İletim:

Rol modeli olarak bir örnek belirleyerek ve gerçek deneyimler sağlayarak öğrenme ve eğitimin değerini kavrayabilmesi gerekir. Anne babalar her zaman bir çocuğun erken yaşta okul öncesi gezilerin, farklı çevreleri görmenin farklı bir bakış açısı kazandırdığını bilmektedirler.

6. Saygı:

Başkalarına saygı duymayı öğretmek. Bu, insanlar ve eşyalar ile sınırlı değildir. Aynı zamanda hem çok acil hem de küresel olarak tüm çevreye saygı duymayı öğretmek.
Bu erdemi öğrenmek için, her şeyin paylaşıldığı, keyifli bir okul öncesi ortam ve organik olarak öğretimin olduğu güzel bir yer önemlidir.

7.Takım Çalışması:

Ekip çalışmasının, başkalarının görüşlerine, dinleyiciliğine, işbirliğine ve eşitliğe saygı gösterebilen bir okul öncesi dönem olması önemlidir.
Birçok okul öncesi etkinlik, bu nedenle ekip çalışması etrafında toplanmaktadır. Erken yaşta bir ekipte nasıl çalışacağını öğrenen bir kişi nihai olarak daha sonra sosyal açıdan uyumlu olacak ve hayattan daha fazla zevk alacaktır.

8.Esneklik:

Erken çocukluk eğitimcilerinin ve ebeveynlerinin mümkün olduğunca erken çocuklukta direnç geliştirmeleri için birlikte çalışmaları önemlidir. Açık beklentiler ve öngörülebilir sonuçlar ile tutarlı, güvenli ve adil bir sosyal çevre yaratarak çocuklar kendilerini ve duygularını yönetme becerilerini geliştirebilirler.
Bir öğretmenin, çocukların ilk elden deneyimler yoluyla öğrenebilecekleri ortam sağlamak için yaptıkları iştir. Sıkıntılar, zorluklar veya zaman zaman bir oyun kaybetmeler, bunlarla ve bunlardan daha büyük zorluklarla başa çıkma stratejileri oluşturmak için bu dönem çok kritiktir.

9.Konsantrasyon:

Okul Öncesi dönemde, çocuklar yeni fırsatlar, yeni arkadaşlıklar ve yeni ortamlar keşfetmek için her fırsatta araştırma yaparlar. Zihinleri çok canlı ve yaratıcıdır.
Erken çocukluk öğretmenleri, bu yoğunluğu, dinleme, yönergeleri takip etme, görevlere katılma ve konsantrasyonun kritik yaşam becerisini geliştirmeye yönelik grup etkinliklerine katılma becerisi ile dengelemeliler.

10.Sabır:

Her gün yetişkin olarak, sabrımızın test edildiği durumlarla karşılaşabiliriz. Çocuklar, sabrı keşfedip, uygulayabilecekleri bir sürü sosyal deneyime dahil olma fırsatına ihtiyaç duyarlar.
Örnekler, rol modelleme ve sosyal deneyimler yoluyla öğreterek, çocuklara sabrı geliştirip sıralarını alma becerisini öğretiriz. Okul öncesi dönemde bunu oyuncakla, oyunla yapmak çok daha kolaydır.


11. Güvenlik ve Benlik Saygısı:

Bu kritik. Güçlü bir refah duygusu, çocuklara yeteneklerini ve ilgi alanlarını keşfetmeye teşvik edecek olan güven, iyimserlik ve benlik saygısı sunar.
Diğer çocuklarla ve öğretmenlerle olumlu etkileşimler kendilerini güvenli bir şekilde algılamalarını sağlayacak ve hayatları boyunca durumlara ve sorunlara kendilerince güvenle yaklaşmalarını sağlayacaktır.

12.Çeşitliliğe Maruz Kalma:

Farklılığa ve çeşitliliğe önem vermek bir çocuğun erken gelişiminde çok önemlidir. Erken çocukluk eğitimi, çocuklara farklılıkları takdir etme ve kabul etme yönünde yardımcı olur ve toplum için çok yönlü katkıda bulunur.
Çocukların, herkesin kendi kültür, inanç ve etnisite ile kendi yolunda benzersiz ve özel olduğunu anlamaları önemlidir.

Özetle;

Anaokulu Eğitimi oyun oynamaktan ya da vakit geçirmekten çok daha fazlasıdır. Okul Öncesi Eğitim’in temel eğitimsel faydaları somut nitelilktedir. Bunun yanında çocukların çok yönlü birey olmaları konusu bizim için çok değerlidir bu dönemde.

Lütfen çocuğunuzun bir ömür boyu sürdüreceği bu fırsattan mahrum kalmasına izin vermeyin.


 Psk.Cihan Çelik

28 Haziran 2017 Çarşamba

ÇOCUKLARA NEDEN ZEKA TESTİ UYGULANMALI? ZİHİNSEL KEŞİF NEDİR?

Son dönemde ‘’Çocuğunun Potansiyeli Keşfedemeyen Aile’’ sorunu ile karşılaşmaya başladım. Bu keşif olumlu manada keşfedememek olduğu gibi, olumsuz manada keşfedememek şeklinde de olabilmekte.

Çocuğunuzu keşfetmek demek aslında,  tanımak demek. Olumlu ya da olumsuz anlamda tanımak. Bu yazıda ‘’Zihinsel Keşif’’ ten bahsedeceğim. Akademik yolculuk için ailenin çocuğunun zihinsel keşfini yapmış olması gerekiyor. Sonrasında duygusal keşif ile birlikte eklenerek çok güzel bir gelecek yolculuğu sağlanabilecektir o çocuk için.

Zihinsel keşif ile çocuğunuzun nelere başarabileceğini, neleri başaramayacağını, neleri başarabilecekken neden başaramadığını ya da neleri başaramazken başarma baskısı ile karşı karşıya kaldığını göreceksiniz. Bu da nasıl bir yol izlemeniz gerekliliğini size gösterecek. Bu durum asla bir kodlama, çocuğu sınırlandırma değildir. Aksine, tekrarlıyorum, çocuğu tanımadır. Çocuğun farkına varmaktır.

Şimdi size bu keşfin nasıl yapıldığını, hangi yolun izlendiğini anlatacağım. Yapılan uygulamamız olan Wisc-r ( Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği) Testi ile bu anlatıma başlayayım.

WISC-R NEDİR?

Wısc-r (Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği), 6 yaşından 16 yaş 11 ay’a kadar olan çocukların bilişsel yetilerini değerlendirmek için bireysel olarak uygulanan bir klinik araçtır. Uygulamanın tamamlanması 1 ila 1.5 saat arası sürmektedir. Rapor ve sonuçların puanlanması, tecrübeli bir Psikolog’un tamamlanması 3-5 saat arasında sürer.

NEDEN BİR ÖĞRETMEN BİR WİSC-R RAPORU ÖNEREBİLİR?


Bir sınıf öğretmeni bir çocuğun performansında tutarsızlıklar görürse veya çocuğun uygun görev notlarını kavrayabilmesi için gereken durumu görmek için test uygulaması isteyebilir. Wisc-r bir öğrencinin öğrenmesini, potansiyelini ve becerisini değerlendirir. Wisc-r kapsamlı bir psikoeğitim değerlendirmesinin parçası olarak düşünülmelidir. 


WISCR DEĞERLENDİRMESİNİN TEMEL FAYDALARI

Başlıca yararları şunlardır,
  •          Okuma ve öğrenme konularının erken teşhisi,
  •          Öğrenme güçlüğü tanımlamada işlevselliği,
  •        Bir öğrencinin, çocuğun öğrenme profilini anlama,
  •          Üstün Zekalı ya da Zeka Yetersizliğini anlayabilme,
  •          Öğrencinin hem güçlü hem de zayıf yönlerini anlama, bireysel öğrenci performansı üzerindeki etkisi dolayısıyla öğrenme süreçlerini belirleme becerisi,
  •          Değerlendirme, aynı zamanda okulların daha işlevsel hale gelmesi için bireysel potansiyele göre plan geliştirme olanağı sunması.


WISC-R RAPORU NASIL MANTIKLI OLUR?

Wisc-r, psikolojinin öğrenme modellerini tanımasına olanak tanır. Dizinler olarak adlandırılan dört ana bileşeni vardır. Bunlara, Sözel Anlama İndeksi, Algısal Akılcılık İndeksi, Çalışma Belleği İndeksi ve İşleme Hızı İndeksi denir. Bu dört alanın her birinde, endeks skorunu oluşturan .eşitli alt testler bulunur.

Sözel Anlama İndeksi

Sözel Anlama İndeksi, sözlü kavram oluşumu, sözlü akıl yürütme ve bir çevreden edinilen bilgiyi ölçer. Alt testler şunları içerir;
  •          Kelime Bilgisi: Kelime bilgisi ve anlamı,
  •          Benzerlikler: Sözlü kavramlar ve akıl yürütme
  •          Anlama: Toplumsal bilgi ve farkındalık
  •          Bilgi: Sözlü olarak kodlanmış, olgusal bilgilerin geri çağırılması
  •          Kelime Akıl Yürütme: Genel Akıl Yürütme Yeteneği



Algısal Akılcılık İndeksi

Algısal Akılcılık İndeksi, algılamalı ve akışkan akıl yürütme, mekânsal işleme ve görsel-motor entegrasyonu ölçer. Alt testler şunları içerir;
  •          Blok Tasarımı: Görsel mekânsal akıl yürütme ve kavram oluşumu.
  •          Matris Akıl Yürütme: Sözel olmayan akıl yürütme ve kavram oluşumu.
  •          Resim Kavramları: Soyut, kategorik akıl yürütme.
  •          Resim Tamamlama: Görsel ayrıntılara dikkat etme.

Çalışma Belleği İndeksi

Çalışma Belleği İndeksi, sözlü olarak sunulan sözlü dizileri işlemek için çalışma bellek işlemleri gerektirir. Sözlü olarak sunulan sıralı bilgileri basitçe geri çağırmak içindir. Alt testler şunları içerir;
  •          Sayı Genişliği: İşitsel kısa süreli bellek.
  •          Rakam Aralığı: İşitsel çalışma belleği.
  •          Mektup Numarası Sıralama: Daha kısa dize uzunlukları hafızayı gösterir, uzun süreli işitsel işlemi yansıtmaktadır.
  •          Aritmetik: İşitsel kısa süreli bellek, işitsel çalışma belleği.

İşleme Hızı İndeksi

İşleme Hızı İndeksi, görsel algı ve organizasyon, görsel tarama ve elleri-gözleri verimli bir şekilde kullanma becerisini gerektirir. Dikkat faktörü de içermektedir. Alt testler şunları içerir;

·         Kodlama: Hız ve doğruluk, tesadüfi öğrenme.
·         Sembol Arama: Zihinsel işlem hızı ve doğruluğu.

Test sonucunda bütün bu değerler raporlanarak ailenin bunun doğrultusunda çocuğun akademik yaşamına devam etmesi tavsiye edilir. Yeterince gelişmiş alanlar, gelişememiş alanlar ve standart seviyede gelişmiş alanlar kategorize edilerek sunulur.

Anne ve baba da hangi alanda dest1ek sağlamaları gerektiğini objektif şekilde görerek ona göre bir plan, program dahilinde ilerlerler. Bu hem çocuk için hem de ebeveynler için sorunsuz bir ilişkinin belki de ilk adımı olarak görülebilir.

Referans: Wechsler, D. (2003). WISC-R Australian Administration and Scoring Manual. Harcourt Assessment.


Psikolog Cihan Çelik

6 Şubat 2017 Pazartesi

Belçika'da Anne/Babalar ve Çocukları


Merhabalar,

Çocuklarla ilgili konulara değinmeye devam ediyoruz. Bu yazımızda aşağıda da okuyacağınız üzere, gözleme dayalı ebeveyn tutumlarından bahsedeceğiz. Sosyal medya sayesinde tanıştığımız arkadaşımız vasıtasıyla ortaya çıkan bir yazı ile birlikte olacağız.

Şöyle ki;

Sema Er, 27 yaşında ve Belçika’nın Gent şehrinde dünyaya gelmiş. Ve okuduğu bölümle de alakalı olarak  ( Özel Eğitim Rehberliği ) sürekli çocuklarla ve aileler ile iç içe bir hayat geçiriyor. Sema’dan orada gördüğü çocukları, ailelerin çocuk yetiştirme tutumlarını gözlemleyip, not etmesini istedim. O da sağolsun, beni kırmadı ve ortaya aşağıdaki yazı çıktı.

Yazıdaki amaç, ne Belçikalı aileler ile Türkiyeli aileleri karşılaştırmak, ne eleştirmek ne de yermek. Amacımız sadece kültürel olarak çocuk yetiştirme farklılıklarını görmek ve bunları öğrenmek. Sonuçta, ne kadar çok bilirsek çocuklarımıza o kadar faydalı olacağımız gerçeği ortada duruyor.

Hadi o zaman, iyi okumalar sizlere:)

  Belçika ve Ebeveyn Tutumları

Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazı sağlam kaynaklı bir araştırma sonucu değil tamamen kendi gözlemlerimle, düşüncelerimi aktardığım bir yazıdır. Türk kimliğimle Belçika’da doğdum ve kendimi bildim bileli burada yaşıyorum. Eğitimimi “özel eğitim rehberliği” üzerine yapıyorum ve alan olarak çocuklara yöneldim. Üç sene içinde toplam altı ay olmak üzere iki farklı kurumda stajyer olarak çalıştım ve devamlı çocuklarla ve aileleri ile iç içe bulundum. Okulumun yanında son iki senedir Belçikalı ailelerin hasta olan ve o an okula gidemeyen çocuklarına bakıyorum. Yaşadığım bu tecrübeler, benim eğitime ve aile tutumuna olan bakış açımı tamamen değiştirdi. Bugün yasadığım bir olayı göz önünde bulundurarak düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu yazımda Türk tipi aileler ve Belçikalı aileler arasında karşılaştırma yapmayacağım. Ben sizlere sadece Belçika’daki çocuk eğitimi ve aile kavramı hakkında bilgi vereceğim. Karşılaştırmayı yapmak ise tamamen size kalmış bir durum.

Bugün sekiz yaşında hasta bir kız çocuğuna bakmaya gittim. Belçika uyruklu anne beni kapıda gayet güler yüzlü ile karşıladı ve içeri girer girmez hasta kızını benimle tanıştırdı. Anne daha önceden hiç bakıcıyla çalışmadığını ve bu sebepten dolayı önce kızının onayını almak için onunla konuştuğunu anlattı. Gerçekten bu güzel hareketi takdir ettim, çünkü kızı ‘hayır bakıcı istemiyorum’ cevabını verseydi annesi başka bir ihtimali göz önünde bulundurarak benimle irtibata geçmeyecekti. Güzel geçen günün ardından çocuğun 12 yaşındaki abisi eve geldi, bana selam verdi, biraz konuştuk. Ardından daha sonra bilgisayarda oyun oynamaya başladı. Daha sonra ise eve çocukların babası geldi. Benimle tanışıp günümüzün nasıl geçtiğini sordu. Baba, daha sora bana oğlunun bana hoş geldin deyip demediğini ve benimle konuşup konuşmadığını sordu. Bende selam verdiğini ve biraz konuştuğumuzu söyledim. Baba, bana: ‘kusura bakma bazen çocuklar etrafındaki şeyleri unutup teknolojiye dalabiliyor’ dedi. Ve iste o zaman bir kez daha anladım: Evet, eğitim konusunda bu insanlar gerçekten başarılı. İki sene içinde belki en az 150 farklı ailenin çocuğu ile ilgilendim. Çocuk ister iki yaşında olsun ister altı yaşında olsun, ailesi mutlaka benimle tanıştırıyor ve hoş geldin dedirtiyor. Gideceğim zaman da mutlaka güle güle dedirtiyor öp veya sarıl diyor. Burada çocuğa verilen gerçekten çok önemli bir eğitim var. Şüphesiz ki bu eğitimin en önemli kısmı da; insana saygı duymak ve ona değer vermek.  

Deneyimlerimin ve gözlemlerimin bana gösterdiği en önemli şey ailelerin eğitimi birlikte veriyor olmaları. Genelde baba gündüz çalışır işe gider ve akşam gelince çocuğuna vakit ayırır, diğer her şeyi anne yapar değil mi? Ama değil, Belçikalı babalarda anneler kadar eğitimin içinde ve çocukları ile ciddi manada ilgileniyor. Ders olsun, oyun olsun, ahlak olsun, edep ve adap olsun, kurallar, cezalar ve daha sayamadığım birçok şey. Tabi şunu da atlamamak lazım; bu insanlar için hayat gerçekten müşterek ve her şey ortak. Akşam yemeğini eve ilk kim geliyorsa o hazırlıyor. Kulağa her ne kadar garip gelse de durum bu. Aslında sadece anne ve babadan bahsediyorum ama büyükanne ve büyükbabanın katkısını yadsınamaz. Gördüğüm bin tane misalden sadece bir tanesini veriyorum; bir gün tramvaya bindim ve üç yaşındaki küçük bir kız çocuğu büyükannesine belki on belki de yirmi soru sordu. Büyükanne büyük bir ‘sabır’ ile bütün soruları pes etmeden cevapladı. Sabır kelimesi aslında çok yanlış oldu, çünkü bu insanlar için eğitimin bir parçası ve çocukların gelişimi için yapılması gereken bir şey. ‘Yeter artık sus’ diyen anne, baba, büyükanne, teyze, amca görmedim. Bu misalden birçok şey çıkarabilirim. Bir kere toplum içinde çocuğun özgüvenini kırmıyorlar ve her soruya cevap veriyorlar, yani çocuğun hayal gücünü, soru sorma tekniğini geliştirmesine yardımcı oluyorlar. Çocukların önüne bir duvar örülmüyor ve nefes alacak alan bırakıyorlar.

Belçikalı aileler, çocuklarını kesinlikle şımarık yetiştirmiyor. Belirli kurallar vardır ve bunu o 150 ailede genel olarak görebilirsiniz. En basiti, elinde bisküvili bir çocuğu salonun bir yanından diğer yanına koşarak göremezsiniz. Eğer bir çocuk sofraya konulan yemeği yemiyorsa, herkes yemeğini bitirene kadar beklemek zorundadır. Bir alışveriş merkezine gittiğinizde ağlayan, bağıran bir çocuk görürseniz bilin ki çocuğuna direnen bir anne/baba vardır. En zengin aile bile çocuğuna karşı direnir ve çocuğun o an istediğini almaz. Bu cimrilikten veya almak istememesinden değil. Belki kulağa gerçekten garip geliyor olabilir ama bu eğitimin bir parçası. Çocuk bu şekilde her istediğinin, istediği an olamayacağını anlar. Ailenin ağlayan çocuğa olan tepkisi açık ve nettir; bir kez durumu anlatır ve çocuk hala ağlamaya devam ediyorsa kesinlikle umursamaz. Umursamıyor olması, çocuğa zıt gitmesinden değil, sadece olması gereken bu olduğu içindir. Çünkü ne kadar çok uğraşırsan, çocuğunda seninle o kadar çok uğraşacağına inanırlar. Üstelik çocukları tehdit içeren cümleler, kızan bağıran kişiler göremezsiniz. Aileler çevredeki garip bakışları aldırış etmeden yoluna devam ederler.

Staj yaptığım yerde yirmi aylık bir çocuğun yemek esnasında ortak tencereden tabağına yemek koyduğunu gördüm. Dökerek, oraya buraya sıçratarak koymaya devam ediyordu ve oradaki öğretmenler sadece izliyordu. Yardım edebilir miyim? Yoksa koyamayacak dedim. Öğretmenler ise; ‘hayır bırak kendi öğrensin, döke döke öğrenecek’ dedi. Bir buçuk yaşında ki bir çocuğa bu kadar sorumluluk verilmesi garip geldi. Ama verilirmiş, bu çocuklar gerçekten küçük yastan itibaren koruyucu sistemden uzak bir sistemde yetiştiriliyor ve bu sayede özgüven ile büyüyorlar. Öğretmenler çocuklara küçük ve çok basit görevler veriyorlar, fakat bu görevler o çocuklar için gerçekten çok büyük. Görevin sonunda alacakları teşekkür onların özgüvenini geliştirmek için en büyük sebep. Aynı şekilde ailelerde bu özveri ile çocuklarını yetiştiriyor. Hatta bazen öyle sorumluluklar veriliyor ki bazen gerçekten çok abartıyorlar diyorum, ama sonradan aslında hayatın gerçek yüzünü görmeleri için gerekli olan bu diyorum. Belçikalı aileler, çocuklarına haftalık veya aylık harçlık verirler. O harçlık dışında kesinlikle başka para verilmez ve eğer lüks takılmak isterlerse, isterse çok zengin olsunlar aile çocuğunun çalışması için onu teşvik eder. Belçika da on beş yaşından itibaren öğrenci olarak çalışabilirsin ve güzelde maaş alırsın. Bu sayede çocuk sorumluluk almayı öğrenir ve lüks giderlerini kendisi öder. Yine söylüyorum amaç burada cimrilik ve yahut ta tasarruf yapmak değil, gerçekten çocuğun bazı değerleri anlaması içindir, belirli bir yaştan itibaren o sorumluluk duygusunu alabilmesi içindir. Aileye veya kimseye bağlı yaşamasın ve kendi ayakları üzerinde hayata karşı direnebilsin diyedir.

Evlere çalışmaya giderken genelde kalın bir hırka alıyorum yanıma, çünkü üşüyorum. Evin sıcaklığı genelde 20 derece oluyor, çocuğun uyuduğu oda ise on yedi le on sekiz derece. Ve bize garip gelecek ama o çocuklar çıplak ayak ile evde dolanıyor, hatta bana sırtımda ki hırka ile nasıl durduğumu, çok sıcak olduğunu söylüyorlar. Evet, bu eğitimin neresinde diyeceksiniz, işte tam burada. Kontrolcü aileler yok, evladım git ayağına patik giy, üşüyeceksin, hasta olacaksın diye ortada çılgınlar gibi dönen bir anne/baba profili yok. Bu sadece verdiğim bir örnek, ama bunun gibi onlarca örnek var. Çocuk kafasını sehpaya çarptığı zaman çocuğun etrafında pervane olan anneler babalar yok. Bu düşüncesizlikten, samimiyetsizlikten, sevgisizlikten değil. Bu yaşam alanıdır, aman çocuğum dur yapma canın acıyacak, dur yapma düşeceksin, dur yapma zarar göreceksin diye deli divane ortada dönen ebeveynler göremezsiniz. Çocuk düşe kalka öğrenir derler ya, evet gerçekten de öyle oluyor. Çocuklarının üzerine çok fazla düşmüyorlar, bu sorumsuzluk değil onlara özgürlük alanları tanımaktır.

Eğitim sisteminden kaynaklanan bir durum olsa gerek ki burada çocuklar yarış atı gibi yetiştirilmiyor. Herhangi bir okula serbest ve rahatça girebilirsin. Senin geleceğini belirleyen sadece sene içinde girdiğin vize ve final sınavları, yıl sonunda öğretmenler bir değerlendirme ile sınıfı geçip geçmeyeceğini, o bölümde başarılı olup olamayacağını söylüyorlar. Kesinlikle torpil olamaz ki zaten puanlarına göre değerlendirme yapılıyor. Burada her çocuk fen lisesini okuyabilir, tabi ki kendine güveniyorsan. Yıl sonundaki değerlendirme devam edip edemeyeceğini gösteriyor. Bu sayede çocuklarda hırs oluşmuyor. Çünkü herkes çalışabildiği yere kadar gelebilir. Hırsın olmayışının en büyük sebeplerinden bir tanesi de özel okulların oluşunun çok az olması. Belçika’da ki belki de okulların yüzde onu özeldir. Ve bu okulların normal devlet okullarından bir farkı yoktur. Bir zamanlar başbakanın kızı ile aynı devlet okuluna gidiyordum, o derece mütevazı bir eğitim sistemi var diyebilirim.

Evet, en önemli konumlardan bir tanesi de çocuğun oyun alanı. Çalıştığım evlerin dolaplarını acıyorum ve gördüğüm manzara beni şaşırtıyor. En az elli çeşit oyun var ve gerçekten eğitici oyunlar. Yapbozu vb. tutun çeşit çeşit oyunlar. Tabi ki çocuklar bu oyunlar yalnız başına oynamıyor, veya hepsiyle birden oynamıyorlar, oyuncaklarla birlikte ailesi de keyifli bir şekilde çocuklara eşlik ediyorlar. Çocuklarınızla kaliteli vakit geçirin denilir ya, iste tam da bu. Tren veya otobüs yolculuğu mu yapacaksınız? Çocuk ile oyun devam ediyor, yanlarına üç, dört oyun alırlar, boyama kitabi alırlar ve çocuklar bu şekilde vakit geçirirler. Çocukların koltuktan kalktığını nadir görürsünüz, bağırıp çağırdığını çok nadir görürsünüz. Ve hiçbir çocuğun elinde telefon veya tablet görmezsiniz. Aile çocuğunu susturmak için bu yöntemi neredeyse hiç kullanmaz. Hatta ve hatta izin almadan o telefona dokunmaz. Bu çocuk iki yaşında bile olsa, annesinin ne söylediğini anlayabiliyorsa ‘hayır dokunmayacaksın’ demesinden anlar. Ve anne bunu ikinci kez için asla tekrarlamaz. Belçikalı ailelerde kurallar vardır ve çocuk bunu bir kere çiğneyecek olsa ve ailesinden tepki alsa, ikinci kez neredeyse hiç denemez. Çünkü hayır onun için net bir cevaptır.

Bahsetmek istediğim son konu ise oyun alanına dönen oturma odaları. Belçika’da, oturma odası veya misafir odası diye bir kavram yok. Her evde genelde bir salon vardır, her zaman orda oturulur. Gittiğim evlerde gördüğüm en önemli şey çocuklara ayrılan alanlar. Görülüyor ki neredeyse zaman zaman evin yarısı çocuğa ait oluyor. Her türlü oyuncak mevcuttur. İnsan kendini bir çocuk yuvasındaymış gibi hissediyor. Görünüm olarak garip geliyor çünkü her yer oyun oynamaya müsait bir alan. Evin birinde çadır bile vardı. Bir keresinde ciddi ciddi sordum. Neden çocuğun oyuncakları odasında durmuyor da hepsi salonda duruyor? Sanki bu taraf sadece çocuğa ait gibi duruyor. Annenin cevabı açık ve net oldu; ‘bu ev sadece ben yasamıyorum, benim çocuğumda bu evde yaşıyor. Sadece salonum çirkin görünecek diye çocuğumu odasına hapis edemem. Bu ailenin bir parçası olduğu için bu evin yarısında onun eşyalarının olmasından daha doğal ne olabilir ki’ dedi. Ve o an içimden gerçekten tebrikler dedim. Evin koca bir duvarında çocukların yaptığı resimleri görebilirsiniz. Hani okulda yapılan ve eve gönderilen resimler var ya evet iste onları bu evlerin duvarlarında geniş bir alanda görebilirsiniz. Çocuk ‘basit’ bir resim yapsa bile aile onu duvara asıyor ve böylece onun kendi elleriyle yaptığı her şeye değer veriliyor. Evim çirkin görünecek, ben misafirlere ne diyeceğim derdi kesinlikle yok. O eve o çocuk yaşıyorsa onunda istediği olacak elbet. Bu yönlerini gerçekten takdir ediyorum.

Bu yazı tamamen genelleme üzerine yazılmıştır. Okul ve iş seviyesini soracak olursanız hepsi çalışan anne ve babalar ve yüzde seksen oranın da üniversite bitirmiş yeni nesil ailelerinden oluşuyor.

Evet, yazımız burada sonlanıyor. Tekrarlıyorum, amacım yurt dışında yaşayan ve alanla ilgili birinden çocuk/aile ilişkisini duyabilmekti. Ve bunu güzel bir şekilde başararak, yazıya dökmüş oldu Sema sayesinde, kendisine buradan da teşekkür ediyorum.





                                                                                                                                      

26 Temmuz 2016 Salı

Darbe Sonrası Çocuklarımız. Anne ve Babalar Neler Yapmalılar?



Şimdi gelelim çocuklara. Darbe geldi geçti, peki çocuklar? Çocuklarımız? Onlar için ne yapmalıyız? Ufaktan değinelim.
Öncelikle çocuklara darbe olayı, ölüm olayları yalan söyleyerek, geçiştirilerek anlatılmamalı. Ne yaşandıysa, yaşlarına uygun anlatılmalı.

Örneğin; darbe ülkemizi yöneten yöneticilere, kötü düşünceli insanların  yaptığı saldırıdır. Bu kişiler bizlerin kötülüğünü istediler. Ancak istediklerini yapamadılar,ülkemizi yöneten yöneticiler ve bizler bu kötü insanlara izin vermedk.Onların karşısında hakkımızı savunduk.Yürüyüşler düzenlendi ve bizler katılarak kötü düşünceye sahip insanlara izin vermedik.Ve şimdi kötülüğümüzü isteyen insanlar hapse girdiler. Şimdi ülke olarak daha güvendeyiz çocuğum, artık bu darbe denen senin de duyduğun olay bitti. Hakkımızı savunduk ve iyilik kazandı.
Diyerek darbe ile ilgili açıklamayı aklını çok bulandırmadan ama olayın da özünden bahsederek anlatabilirsiniz çocuklarınıza.

Çocuklar anlatmanıza rağmen iki türlü duygu yaşarlar.Korku ve Endişe. Korku;tehlike anında hissedilir ve ağlama,titreme ile kendini gösterir. Endişe ise; korkulan durum tekrar meydana gelir mi diye düşünme üzerinden ortaya çıkan durumdur. Endişe duygusu çocuklarda uzun sürebilir.
Ailelerin ilk yapacakları şey; çocuklara güvende olduklarını hissettirmek olmalıdır.Hem sözel hem de davranışsal olarak bunu hissettirmeliler. Sonrasında ne hissettiklerini anlatmalarına izin vermeliler. Korkma oğlum/kızım geçti gitti tarzı cümleler asla kurulmamalı. 

Çocuğa, "ne hissettiğini anlatmak istersen seni dinleyebilirim" demek yeterli olacaktır. Anne/baba öleceğimi sandım derse çocuk, korkma ölmezsin diye dönüş yerine, öleceğini sandığın için çok korktun ve bu seni endişelendirdi. 
Ve bu endişenin hala devam ettiğini söylüyorsun diyerek duygularına aynalama yapın.. Bırakın devam etsin anlatmaya, yorum yapmayın siz. Çocuğunuz öncelikle bu yöntemle size karşı her şeyi anlatsın, neler hissettiğini ifade etsin yorum sonraya kalsın. Önce dinleyin.

Bu şekilde, önce darbeyi açıklar, sonra ifade etmesine izin verir ve anladığınızı hissetirirseniz çocuğunuzda darbenin etkisi çok az olur.
Hiç olmaz diyemiyorum çünkü haberleri izlediyse, yakını öldüyse, veya evde hüzün hakimse, olaylara bire bir şahitse etkisi sürebilir.
Ayrıca gelelim haberler konusuna; Türkiye'de 8-13 yaşları arasındaki 186 çocukla yapılan araştırmada, çocukların televizyondaki haberlerin gerçek olduğunu algılayıp algılamadıkları,en korkutucu buldukları haberler ve annelerinin bu konuyla ilgili algıları araştırılmıştır. 

Sonuçlara göre çocuklar, haberlerin gerçek olduğunun farkındadır ve haberler çocuklarda korku uyandırır. Ve bu geleceğe aktarılır. Çocukları en çok korkutan haberler,"birinin yaralanması'',"çocukların kaçırılması'' ve"hayvanlara zarar verilmesi'' olarak gözlemlenmiştir.
Kız çocukları bu sebeple uyku problemleri yaşarken, erkek çocukları ise hırçın (irritabl) davranışlar göstermişlerdir. 
Gözlemlenen diğer davranışlar ise, kızlarda haberlerdeki olaylarla ilgili obsesif düşünceler ve kabuslar iken erkekler de ise haberlerdeki olaylarla ilgili obsesif davranışlar ve gerginliklerdir.

Özetle; haberleri izlerken kontrol anne/baba da olsun. Bu büyük sorumluluk alanlarınızdan biri. Yaralanma, kan, ölüm, kavga özellikle.
Sonra, çocuğum neden gergin, neden takıntılı, neden ürkek, neden bağımlı ve benzeri sorunlar gösteriyor diye düşünürsünüz.

Bunlarla karşılaşmamak için, daha sağlıklı bir çocuğa sahip olmak için bu özet bilgileri uygularsanız daha huzurlu olursunuz.

Darbe Sonrası Çocuklarımız. Anne ve Babalar Neler Yapmalılar?



Şimdi gelelim çocuklara. Darbe geldi geçti, peki çocuklar? Çocuklarımız? Onlar için ne yapmalıyız? Ufaktan değinelim.
Öncelikle çocuklara darbe olayı, ölüm olayları yalan söyleyerek, geçiştirilerek anlatılmamalı. Ne yaşandıysa, yaşlarına uygun anlatılmalı.

Örneğin; darbe ülkemizi yöneten yöneticilere, kötü düşünceli insanların  yaptığı saldırıdır. Bu kişiler bizlerin kötülüğünü istediler. Ancak istediklerini yapamadılar,ülkemizi yöneten yöneticiler ve bizler bu kötü insanlara izin vermedk.Onların karşısında hakkımızı savunduk.Yürüyüşler düzenlendi ve bizler katılarak kötü düşünceye sahip insanlara izin vermedik.Ve şimdi kötülüğümüzü isteyen insanlar hapse girdiler. Şimdi ülke olarak daha güvendeyiz çocuğum, artık bu darbe denen senin de duyduğun olay bitti. Hakkımızı savunduk ve iyilik kazandı.
Diyerek darbe ile ilgili açıklamayı aklını çok bulandırmadan ama olayın da özünden bahsederek anlatabilirsiniz çocuklarınıza.

Çocuklar anlatmanıza rağmen iki türlü duygu yaşarlar.Korku ve Endişe. Korku;tehlike anında hissedilir ve ağlama,titreme ile kendini gösterir. Endişe ise; korkulan durum tekrar meydana gelir mi diye düşünme üzerinden ortaya çıkan durumdur. Endişe duygusu çocuklarda uzun sürebilir.
Ailelerin ilk yapacakları şey; çocuklara güvende olduklarını hissettirmek olmalıdır.Hem sözel hem de davranışsal olarak bunu hissettirmeliler. Sonrasında ne hissettiklerini anlatmalarına izin vermeliler. Korkma oğlum/kızım geçti gitti tarzı cümleler asla kurulmamalı. 

Çocuğa, "ne hissettiğini anlatmak istersen seni dinleyebilirim" demek yeterli olacaktır. Anne/baba öleceğimi sandım derse çocuk, korkma ölmezsin diye dönüş yerine, öleceğini sandığın için çok korktun ve bu seni endişelendirdi. 
Ve bu endişenin hala devam ettiğini söylüyorsun diyerek duygularına aynalama yapın.. Bırakın devam etsin anlatmaya, yorum yapmayın siz. Çocuğunuz öncelikle bu yöntemle size karşı her şeyi anlatsın, neler hissettiğini ifade etsin yorum sonraya kalsın. Önce dinleyin.

Bu şekilde, önce darbeyi açıklar, sonra ifade etmesine izin verir ve anladığınızı hissetirirseniz çocuğunuzda darbenin etkisi çok az olur.
Hiç olmaz diyemiyorum çünkü haberleri izlediyse, yakını öldüyse, veya evde hüzün hakimse, olaylara bire bir şahitse etkisi sürebilir.
Ayrıca gelelim haberler konusuna; Türkiye'de 8-13 yaşları arasındaki 186 çocukla yapılan araştırmada, çocukların televizyondaki haberlerin gerçek olduğunu algılayıp algılamadıkları,en korkutucu buldukları haberler ve annelerinin bu konuyla ilgili algıları araştırılmıştır. 

Sonuçlara göre çocuklar, haberlerin gerçek olduğunun farkındadır ve haberler çocuklarda korku uyandırır. Ve bu geleceğe aktarılır. Çocukları en çok korkutan haberler,"birinin yaralanması'',"çocukların kaçırılması'' ve"hayvanlara zarar verilmesi'' olarak gözlemlenmiştir.
Kız çocukları bu sebeple uyku problemleri yaşarken, erkek çocukları ise hırçın (irritabl) davranışlar göstermişlerdir. 
Gözlemlenen diğer davranışlar ise, kızlarda haberlerdeki olaylarla ilgili obsesif düşünceler ve kabuslar iken erkekler de ise haberlerdeki olaylarla ilgili obsesif davranışlar ve gerginliklerdir.

Özetle; haberleri izlerken kontrol anne/baba da olsun. Bu büyük sorumluluk alanlarınızdan biri. Yaralanma, kan, ölüm, kavga özellikle.
Sonra, çocuğum neden gergin, neden takıntılı, neden ürkek, neden bağımlı ve benzeri sorunlar gösteriyor diye düşünürsünüz.

Bunlarla karşılaşmamak için, daha sağlıklı bir çocuğa sahip olmak için bu özet bilgileri uygularsanız daha huzurlu olursunuz.